Yöresel Halk İnançları

Sağaltma Metotları ve Ocaklarla İlgili Halk İnanışları

Halk hekimliğinin kökenini mitolojiye kadar götürebiliriz; çünkü mitoloji ile
halk hekimliğinin arasında kuvvetli bir bağ vardır (Kabak 2011, 170). Mitoloji her
şeyden önce başlangıçla, kökenle ilgili anlatılardır. Yaban toplumlarda eğer insan
nesnelerin kökenini bilirse onlara da hükmetmek mümkün olur diye düşünülür. Köken
ve kozmogoni mitlerini anlatarak hastalıklara çare bulma inancı pek çok yaban
toplumda görülmüştür (Eliade 1993, 29-30). Mitlerin halk hekimliğinde kullanılması
büyüsel işlemlerle karışık bir halde şu şekillerde tespit edilmiştir. Birincisi hastalığa
sebep olan nesnenin insan vücudundan emilerek veya elle yapılan bir işlemle
atılmasıdır. İkincisi kulübede, açık havada hastalanan şahsın ruhunun kötü ruhlar
tarafından saklandığı yerden kurtarılarak, kötü ruhlarla kavga edilmesidir. Üçüncüsü de
hastanın dualar okunarak, çeşitli nesnelerin, resimlerin içine yerleştirilmesidir (Claude
1993, 76-77). Türklerin çok eski ve zengin bir mitolojisi vardır. Türk mitolojisine
bakıldığında bu mitolojiyi “Yaşatan ve uygulayan şahısların adının Kam, Baksı, Ozan,
Oyun, Şaman diye adlandırıldığı görülür. Bu terimlere dayalı olarak Kamlık, Ozanlık,
Şamanlık gibi kullanımlar bir hayli yaygındır.” (Esin 1983, 192). Şaman; Şamanizm’e
bağlı halklarda ruhlarla insanlar arasında aracı rolünü oynayan bir tür din adamıdır.
Şamanist dünya görüşüne göre, bütün dünya iyi ve kötü ruhların etkisi altındadır. Büyük
ve özellikle insanlara ve hayvan sürülerine türlü kötülükler yapmaya hazır kötü ruhlarla
ilişki kurmak kudreti yalnız Şaman’da bulunur. İnsanlar ruhların ne doğada ne huyda
olduklarını ve her şeyden önce onlara hangi yoldan gidileceğini bilemez, onların
nelerden hoşlandıklarını, hangi cins ve çeşit kurbanlardan memnun kalacaklarını
saptayamazlar. Ata ya da akraba ruhlarından aldığı kuvvet ve ilham ile bütün bunları
ancak Şaman bilir ve böylece bir yandan iyi ruhların insanlar için yararlı ve hayırlı
etkilerini devam ettirmeye, bir yandan da çeşitli çarelere başvurmak suretiyle kötü
ruhların zararlı eylemlerini önlemeye onun gücü yeter (Buluç 1997, 13-43). Şamanlar;
kâhin, büyücü, uzman hekim, bilim adamı ve felsefecidir. Geçmişte Şaman’ların yaptığı
bu hekimlik işini bugün halk arasında ocak olarak tabir edilen kişiler yapmaktadır. Bu
bilgiler eşliğinde ocağı şu şekilde tanımlayabiliriz. “Ocak, belirli bir veya birkaç
hastalığı iyileştirme gücünde olan bir işte uzmanlık edinmiş kimseyi gösterir. “Ocaklı
kimseler hastalıkları sağaltma yöntemlerinde genellikle büyü işlemlerini kullanırlar;
bunun yanında hastaya belirli şeyleri yedirip içirmek, vücudun ağrıyan yerlerine çeşitli
maddeler sürmek, bağlamak gibi ilaçları kullanırlar.” (Boratav 1997, 113-114). Bu
127
ocakların içerisinde kadınların ayrı bir yeri vardır. “Bütün sözlü gelenek bilgileri ve
tarihi kaynaklar genelde kadınları, dua eden, şifacı, otlarla tedavi eden… olarak
gösterirler. Bundan başka kadınların çocuk hastalıkları uzmanı, bakıcı, büyücü, doğumu
bir doktor gibi gerçekleştiren oldukları da tarihi vesikalarla bilinmektedir.” (Bayat 2010,
156). Ebelik, otacılık gibi işleri yapan bu kadınlar, İslamiyet öncesi devirdeki kadın
Şamanların devamıdır ( Bayat 2010, 155-169). Bu geleneğin Orta Asya’dan Anadolu’ya
taşındığı ve biraz değişerek de olsa Anadolu’da hala yaşatıldığı bir gerçektir (Öger
2003, 336). Aladağ yöresinde ocaklı olarak bilinen kişiler vardır ve bu kişilere sarılık
hastalığının iyileşmesi, temra denilen deri hastalığının tedavisi için gidilmektedir
(Yılmaz 2005, 147). Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde ocaklı olan kişilere her türlü
hastalığa çare bulmak, çocuk sahibi olmak, nazar, büyüyü engellemek, korkuyu yenmek
için gidilir (Akça 2009, 136-137).
Derinkuyu yöresinde de “Allah’tan geldiğine inanılan bir bela, kötü niyetli
kişilerin yaptıkları büyü, sihir, nazar gibi usullerle ortaya çıkan bir dert yahut ateş, ocak,
eşik gibi kutsal varlıklara karşı gösterilen bir saygısızlığın neticesinde aileye gelen bir
felaket olarak değerlendirilen muhtelif hastalıklar vardır.” (Araz 1995, 158). Bu
hastalıkların sağaltma yöntemleri ve hastalıklarla ilgili inanışlar şunlardır.
Çocuğu zayıf kalanlar Şemşili’deki mezar (maşat)’ı üç defa dolandırırlar
(Aytekin 2006, 143).
Köpeğin üzerine su dökülerek yıkanır. Daha sonra o suyla hasta olan çocuk
çıplak olarak yıkanır (Aytekin 2006, 143).
Kırk baskını olan çocuk kiliseye götürülür, kilisenin etrafı üç defa hızlı hızlı
dolandırılır. Kilisenin dışında caminin etrafında da dolandırılır, dua edilir. Dua şu
şekilde yapılır: “İlah’ım kötülüğünü al, iyiliğini ver, buna bir sebep ver.” (Aytekin
2006, 143).
Kırk baskını veya geç yürüyen çocuklar topal bir kadın tarafından küfeyle ev ev
dolaştırılarak şöyle denir:
Bir sokum ekmek
Kapı kapı gezmek
Kütüme küt
Bir sokum ekmek (Aytekin 2006, 144).
Dabaz olanlar dört yolun ortasına yatarak şöyle bağırır: “Ben dabaz oldum,
havlamaz oldum Hav Hav!!” (Aytekin 2006, 145).
128
Hastalıklara karşı şifa bulmak için türbe ve ağaçlara çaput bağlanır (Güçlü 1995,
27).
Baş ağrısını dindirmek için kurban kanı alna sürülür (Güçlü 1995, 28).
Kadınlarda kansızlığı gidereceği inancıyla kil yenilir (Güçlü 1995, 29).
Saralı olanlar Cuma günleri camiyi tavaf ederler (Güçlü 1995, 31).
Geceleri altını ıslatan çocuklara yatırlardan alınan toprak yedirilir (Güçlü 1995,
31).
Büyümesi ağır olan çocuk, ölünün yıkandığı sudan kalan artık suyla yıkanır
(Güçlü 1995, 32).
Boğaz ve karın ağrılarının el ya da ocak tarafından giderileceğine inanılır (Güçlü
1995, 32).
Üzerlik tohumuyla hasta tütsülenir (Güçlü 1995, 34).
Havale geçiren çocuğun başında oklava kırılır (Güçlü 1995, 34).
Ruh hastalığını tedavi etmek için Derinkuyu Yer altı Şehri’ne gidilir (Güçlü
1995, 51).
İnsanların ortopedist yerine başvurdukları kırık, çıkık işleriyle uğraşan insana
yörede sınıkçı denir. Her bölgenin nam salmış sınıkçısı vardır. Bu insanlar
deneyimleriyle ya da askerlikte aldıkları sıhhi bilgilerle bu işleri yürütmektedirler. Çoğu
doğal ilaçları kullanmaktadırlar. Bazen başarılı bir operasyon yapmış olmaları
isimlerinin çevrede daha çok duyulmasına neden olmaktadır. Babası sınıkçı olan birisi
doğal olarak sınıkçı sayılabilmektedir. Sınıkçıların en çok kullandıkları ilaç ise kuru
üzüm ezmesi ya da tavuk pisliğinin kırık yere sarılması şeklinde olmaktadır (Güçlü
1995, 60-61).
Sık sık düşük yapan yani hamile kaldığı halde çocuğu düşüren kadınlar değişik
yöntemlere başvururlar. Bunlardan birisi çocuğun kulağına girsin düşüncesiyle hamile
kadının göbeğine dua okumaktır. Düşüğü önlemek için başvurulan bir diğer yöntem de
vajina ağzına çaput koyarak sıkıca bağlamaktır. Yine yörede düşük yapan kadının
donuna kilit takılarak düşüğün önleneceği inancı da bir hayli yaygındır (Güçlü 1995,
61).
Vücutta görülen kırmızı ve kaşıntılı kabarcıkların oluşturduğu hastalığa yörede
dabaz denir. Dabaz hastalığının tedavisi için birçok yöntem kullanılmaktadır. Bunlardan
bazıları şöyle sıralanabilir:

  1. Hasta soğuk suyla yıkanır.
    129
  2. Hastanın boynuna kurt aşığı asılır.
  3. Hastanın üstüne al kırmızı yorgan örtülür.
  4. Hastaya kırmızı giysi giydirilir.
  5. Hasta “Ben dabaz oldum, havlamaz oldum” diye kırk kez bağırtılır.
  6. Karaağaç kabuğu kaynatılarak kabarcıklar üstüne sarılır.
    Böylece Dabaz hastalığından kurtulunacağına inanılır (Güçlü 1995, 62).
    Yörede boğmaca hastalığına yakalanan hastaya yeni doğum yapmış eşeğin sütü
    sağılarak içine tavuk pisliği katılmakta ve içirilmektedir. Bunun yanında eşek sütünün
    sade ilaç olarak içirildiği ya da ebe gömeci otu yedirildiği bilinmektedir (Güçlü 1995,
    62).
    Elinde veya vücudunun değişik yörelerinde siğil çıkanlar siğil üzerine kurbağa
    kanı sürerler. Siğil yine geçmezse keven adıyla bilinen dikenli bir bitkiye siğil olan yeri
    sürerler. Bazen siğil için muska yazdırıldığına da rastlanmaktadır (Güçlü 1995, 62).
    Yörede, arpacık hastalığına itdirseği denir ve şu şekilde tedavi edilir: Loğusa
    kadının sütü göze damlatılır. Üç İhlâs bir Fatiha okunup göze üflenir (Güçlü 1995, 62).
    Sara hastalığının tedavisi için doktora gidildiği gibi hocalara gidildiğini, soğuk
    su serpildiğini ve soğan koklatıldığını görüyoruz. Saralı kişinin cebinde muska taşıması
    da bir önlem olarak düşünülmektedir (Güçlü 1995, 62).
    Kekemeliğin kem gözlü birinin nazarından ileri geldiği sanıldığından kem gözlü
    o kişinin eski elbiseleri çalınarak yakılır ve kekeme kişiye tütsülenir. Bazen dilin
    altındaki etli kısmın kesilmesi başvurulan bir yöntemdir (Güçlü 1995, 62).
    Boğmaca ve ses kısıklığına eşek sütünün iyi geleceğine inanılır (Güçlü 1994,
    75).
    Yörede boğaz ağrısına Boğaz düşmesi denir. Köyde uzmanlaşmış kişiler
    tarafından boğaz bölgesinin çekilmesi yani sıkıştırılarak yukarıya kaldırılmasıyla
    çözülür (Güçlü 1994, 75).
    Soğuk algınlığına karşı yörede sonbaharda toplanan ayva yaprakları kaynatılarak
    içilir (Güçlü 1994, 75).
    Yörede nezleye Salım denir. Pekmez içirilir, su kaynatılarak ağız ve burun
    bölgesi buğusuna tutulur (Güçlü 1994, 75).
    Yörede vücudun herhangi bir bölgesinde oluşan yaraların mikrop kapmaması
    için ya yara üzerine işenir ya da üstüne kül basılır (Güçlü 1994, 76).
    130
    Karın ağrıdığında zeytinyağlı yumurta pişirilir, yumurta biraz soğuduğu zaman
    karnın üzerine konur (Karabakla 2003, 80).
    Eziklerde soğan ezilerek bir bezle ezilen yere sarılır (Karabakla 2003, 80).
    Baş ağrıdığı zaman patates dilimlenerek alna konur (Karabakla 2003, 80).
    Sarılık olanlar köyde bilgili olduğu sanılan kişilere (Ocaklara) gidip kulak ve
    alınlarını jiletletirler (KK: 5, 7).
    Sarılık olan çocukların üzerine yani yüzlerine örtülen yemenilere altın bağlarlar,
    (çocuğun) tenine altın değmesiyle sarılığın gideceğine inanırlar ve bebeğe sarı yemeni
    örterler (KK: 200, 203).
    Kirpikler birbirine yapışınca arpa, iğnenin ucuna batırıp ısıtıp ısıtıp gözlere
    bastırılır (KK: 11, 17).
    Uçuğu iyileştirmek için tahta kaşık ısıtılıp uçuk olan yere basılır ve “Uçuk beni
    belledi ben uçuğu dağladım” denilir (KK: 102).
    Sivil (siğil) çıkınca bir çobana önce o siğil okutulur daha sonra dağdan bir keven
    çevrilir, sonra o keven kurudukça siğil de kurur (KK: 210).
    Bazı yaraları iyileştirmek için pişirilen soğan, sabunla birlikte yaranın üstüne
    sarılır (KK: 2, 5).
    Kırık çıkık olan yere bal sarılır (KK: 200, 201, 205).
    Kırık çıkık gibi olaylara bakanlara sınıkçı derler. Kırılan yerleri önce ılık su ve
    balla ovarlar. Tahta, kâğıt vb. şeylerle bağlayıp örterler (KK: 191).
    Kırılan yere üzüm, zeytin ezilip sarılır, et konulur (KK: 172).

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Başa dön tuşu