Yöresel Halk İnançları

Ölümle İlgili Halk İnanışları

İnsan hayatındaki son geçiş dönemi olan ölüm çevresinde de “Doğum ve
düğünde olduğu gibi birçok inanma, adet, töre, tören, ayin ve kalıp davranış
kümelenmiştir.” (Örnek 2000, 207). Bu adetler ve inanmaların temel amacı kişiyi öbür
dünyada başlayacak olan yeni hayatına hazırlamak ve bu dünya ile olan ilgisini
tamamen kesmektir.
Ölüm çevresinde kümelenen ve ölüyle toplum üyelerini kuşatan inanmaları,
adetleri, işlemleri, törenleri ve kalıp davranışları başlıca üç grupta toplayabiliriz.
“Bunlardan bir grubu ölenin öte dünyaya gidişini kolaylaştırmak; onun gerek geride
bıraktıklarının gözünde gerekse öte dünyada saygın ve mutlu bir kişi olmasını sağlama
amacına yönelik olanlardır. Bir başka grupsa ölenin geri dönüşünü önlemek, yakınlarına
ve geride bıraktıklarına zarar vermesini engellemek amacıyla yerine getirilenlerdir.
Üçüncü grupta toplananlarsa; ölenin yakınlarının bozulan ruh durumlarını sağaltmak;
sarsılan toplumsal ilişkilerini düzeltmek ve yeniden topluma katılmalarını sağlamak için
uygulananlardır.” (Örnek 2000, 207).
Yeryüzündeki bütün toplumlar daha ilk çağlardan itibaren hayat ve ölüm üzerine
kafa yormuşlar, bu kavramlara kendilerince açıklamalar getirmişlerdir. bundan dolayıdır
ki insanı yaşatan nesne, dünyanın muhtelif dinlerinde aşağı yukarı aynı manaya gelen
(mesela nefes, tın, rüzgâr, esinti) kelimelerle ifade edilmiştir.
En büyük Türk boylarından olan şamanist Yakutlar ruh, can mefhumunu tın, kut
ve sür kelimeleriyle ifade ederler. Tın kelimesi aynı zamanda esinti, rüzgâr, nefes
anlamlarına da gelir. Kut, bazı izahlara göre toprak, rüzgâr ve ana-kut denilen üç
unsurdan mürekkeptir. Tın, vücuttan ayrılırsa ölüm vukua gelir, fakat kut ayrılırsa ölüm
olmaz. Sür, insanın enerji, irade ve umumiyetle ruhi hallerini meydana getiren unsurdur.
İnsan uyurken sür’ü vücuttan çıkıp her tarafta dolaşabilir.
Altaylılar ruh-can mefhumunu tın, süne ve kut kelimeleriyle ifade ederler. Tın
bütün canlı yaratıklarda vardır; süne ise ancak insanlarda bulunur. Kut her şeyde
bulunur, cansız şeylere kutsiyet verir; ağıllarda, ahırlarda bulunursa sürüler bereketli ve
51
sahibi çok zengin olur. Çobanların değneği kutlu olursa hayvanlara zarar veren ruhlar ve
kurtlar uğramaz. Altaylıların inançlarına göre tın, süne ve kuttan başka insanın bir de
yula denilen eşi vardır, insan uyurken yulası her yerde dolaşabilir. Düş dediğimiz işte bu
yulanın gördüğü şeylerden ibarettir.
Ölülerin serseri dolaşan ruhlarına Altaylılar üzüt, Yakutlar ise üör derler. Kazan
Müslümanlarında da üör anlamında ürek kelimesi vardır (İnan 2006, 176- 177).
Türk milletinin günümüzdeki cenaze adetlerini ve bu adetlerin çevresinde
gelişen halk inanışlarını anlayabilmek için Orta Asya’da yaşayan eski Türklerin cenaze
adetlerini ve ölümle, cenazeyle, ruhla ilgili inanışlarını bilmek gerekir. Çünkü
günümüzde yapılan pek çok uygulamanın ve var olan inanışın temelinde o günlerde
yapılan uygulamalar yatmaktadır. Türklerin tarih sahnesine çıktıkları ilk çağlardan
günümüze kadar olan süreçteki cenaze adetlerini ve inanışlarını eldeki mevcut bilgilerin
imkân verdiği ölçüde burada anlatmaya çalışacağız.
Altay toplumlarının cenaze törenlerinde çok çeşitlilik vardır. Yalnızca yazılı
kaynakların okunması bile insanın kafasını karıştırmaya yetecek kadar çeşitlilik ve
karmaşa gösterir. Hemen hemen aynı coğrafyada yaşayan ve birbirine yakın kültürleri
yaşayan bu toplumların cenaze adetlerinin nasıl bu kadar farklı olabildiği ilk başta kafa
karıştırabilir. Ancak eldeki belgeler ve bilgiler derinlemesine incelendiğinde başlangıçta
farklı gibi görünen adetlerin hepsinin altında ortak nedenler yattığı ve hepsinin köken
itibariyle birbirlerine çok benzedikleri fark edilir. Tüm bu bilgi ve belgeler
incelendiğinde cenazenin kaldırılmasında başlıca üç yöntem uygulandığı görülür:
“Cesedin toprağa gömülmesi, cesedin yakılması ve cesedin sergilenmesi. Bir de cesedin
yırtıcı hayvanlara terk edilmesi yöntemi vardır; ancak bu yöntem çok nadir olarak
uygulanmıştır.” (Roux 1999, 217-218).
Türklerin geçmişteki ölü gömme adetlerine ilk olarak Çin yıllıklarında rastlamak
mümkündür. Çin kaynaklarında Hunların defin törenine dair verilen haber, İsa’dan önce
III. yy’a aittir. Bu habere göre Hunlar ölülerini tabut içinde koyarlardı. Bu tabutlar iki
katlı olup iç ve dış tabutlardı. Bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kürklerle örterlerdi.
Ağaçlar, dikilmiş mezarlıkları ve matem elbiseleri yoktu. Ölü ile öldürülenler yüz hatta
yüzden fazla olurdu.
Tan sülalesine ait yıllıklarda Göktürklerin defin töreni şu şekilde tasvir
edilmektedir: “Ölüyü çadıra korlar. Oğulları, torunları, erkek, kadın başka akrabası,
atlar ve koyunlar kesip çadırın önüne yığarlar. Ölü bulunan çadırın etrafında at üzerinde
52
yedi defa dolanırlar. Kapının önünde bıçakla yüzlerini kesip ağlarlar. Yüzlerinde kan ve
yaş karışık olarak akar. Bu töreni yedi defa tekrarlarlar. Sonra muayyen bir günde
ölünün bindiği atı, kullandığı bütün eşyayı, ölü ile beraber ateşte yakarlar; külünü yılın
muayyen bir gününde mezara gömerler. İlkbaharda ölenleri, sonbaharda otların ve
yaprakların sarardığı zamanda gömerler. Kışın veya güzün ölenleri çiçekler açıldığı
zaman (ilkbaharda) gömerler. Defin gününde ölünün akrabaları, tıpkı öldüğü günde
yaptıkları gibi at üzerinde gezer ve yüzlerini kesip ağlarlar. Mezar üzerinde kurulan
yapının duvarlarına ölünün resmini, hayatında yaptığı savaşları tersim ederler. Bu ölü
ömründe ne kadar adam öldürmüşse başucuna o kadar taş dikerler. Atlar ve koyunlar
kurban ettikten sonra kafalarını kazıklar üzerine korlar.” (İnan 2006, 177-178).
Kırgızlar ölülerini hiçbir şekilde gömmezler, ceset çürüyüp düşene kadar bir
ağacın tepesinde bekletilir. Yukarı Yenisey’de yaşayan Toupo (Tuba) Türkleri ölülerini
bir kamışa sarıp ağaca asarlar (Roux 1999, 220-221).
Yakut Türkleri çıplak cesedi ormanda dört kazıkla taşınan tahta levha üzerine
yerleştirip bir öküz ya da at derisiyle sarmaktaydılar. Başka bir belgeye göre ise
eskiden Yakutlar cesetlerini yakarlar ya da bir ağacın üzerine koyarlar ya da onları
öldükleri kulübede bırakırlardı. O dönem Minusinsk Tartlarının şu sözü meşhurdu:
Öldüğüm zaman beni toprağın bağrına gömme, dokuz karaçamı tepelerinden bağla,
tabutu tepelerinin üzerine yerleştir (Roux 1999, 2-223).
Türklerin bu şekilde cesetlerini ağaçların tepelerine yerleştirmelerinin sebebi
şudur: Ağaçlar görünüşte ölmüş ve kurumuş bile olsalar, canlıyken kendilerine hayat
veren ruhu saklayabilirler. Ağaçtan yapılan peykenin genellikle ormanda kurulduğunu
yani ağacın gücünün en yüksek noktada olduğu bir yerde kurulduğunu da ilave edelim.
Bu şekilde desteklediği nesne, ağaç türünün kolektif hayatıyla birlikte yaşamaya devam
edecektir. Buna göre eski Türkler (en azından Kırgızlar) ağaçta ölümsüz bir ruh
olduğunu ve bu gücün ona asılan cesede de yaşam verdiğini düşünmektedirler; yani
“Ağacı bir ebedilik sembolü olarak görmektedirler.” (Roux 1999, 224). Buna bir iskele
ya da ağacın üzerine yerleştirilen cesedin tanrısal göğe yükseldiğini kabul eden
düşünceyi de eklemek gerekir.
Çin belgelerinden Türklerin cenaze törenleriyle ilgili geleneklerinde zamanla
değişiklikler meydana geldiğini öğrenmekteyiz. Souei yıllığında Çin imparatorun şu
sözleri yer almaktadır: Bir zamanlar (Tu-kiulerde) ölüleri yakma geleneği vardı; artık
ölüler gömülmekte ve mezar yapılmakta.
53
Türklerin cenazelerini yakmalarının sebebini Maqdisi şu şekilde açıklamaktadır:
“Onlar ateşin, cesedi kirlilikten arındırdığını sanmaktadırlar.” Marvazi, Maqdisi’ye
paralel olarak: “Ateşin arıttığı ve temizlediği bahanesiyle ölülerini yakıyorlar” diyor ve
şunları da ekliyor: “Bu onların eski bir geleneğiydi Müslümanlara komşu olmalarından
sonra ölülerini gömmeye başladılar.
Oğuzların defin töreni Göktürklerin defin törenlerinden farksızdır. Onlardan biri
hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar, ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz.
Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya koyarlar; iyileşinceye veya ölünceye kadar
orada kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan (varlıklı
birisi) biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını
kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz
dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve / çukura/ doldurup ölüyü buraya
oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Servetine göre
atlarından yüz iki yüz at kesip etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu
sırıklara asıp “Bu onun atıdır, bununla cennete gider” derler. Bu ölü, hayatında adam
öldürmüş ve cesur kişi ise öldürdüğü adam sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar ve
mezarın üzerine koyarlar. Derler ki: “Bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler.
Eski Türklerde “Nehir kıyıları, yüksek dağlar ya da en azından tepe dorukları,
ormanlar gibi özellikle sihirli yerler çoğu zaman gömüt yeri olarak seçilmiştir (Roux
1999, 178- 249).
Eski Türklerde, ölüm adetlerini kısaca verdikten sonra günümüz ölüm adetlerini
ve ölümle ilgili halk inanışlarını iki başlık altında vermenin daha iyi olacağını
düşünüyoruz.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Başa dön tuşu