Yöresel Halk İnançları

Hayvanlarla İlgili Halk İnanışları

Bütün eski inançlarda olduğu gibi eski Türk inanç sisteminde de hayvanlar
önemli bir yere sahiptir. Moğollarda ve Türklerde tösler tavşan, ayı, kartal, sincap gibi
zoomorf şekiller altında tasavvur edilmiştir (Günay; Güngör 1998, 65).
Anadolu coğrafyasında da gerek Türk insanının benimsediği din ve inanışlar
gerek ilişki içerisinde bulunduğu toplumların kültürleri gerekse siyasi, coğrafi ve
ekonomik yaşantının etkileri bir “Hayvan kültünün” oluşmasına neden olmuştur. Bu
kült, İslamiyet’in kabulünden sonra çok önemli bazı değişikliklere uğramasına rağmen
bugün de Anadolu Türk insanın inanç dünyasında varlığını sürdürmektedir
(Mollaibrahimoğlu 2008, 5).

  1. At
    Türklerin büyük bir çoğunluğu hayvancılıkla uğraştığı ve Türkler savaşçı bir
    toplum oldukları için at, Türk hayatında en önemli hayvanlardan birisi olmuştur, öyle ki
    “Türklerin hayatında atın yeri, başka hiçbir varlıkla ölçülemeyecek kadar büyük ve
    önemli olmuştur. At, bu dünyada yalnız onun silah arkadaşı olduğu için değil öldükten
    sonra da öteki dünyada her bakımdan kendisinden yararlanacağına inandığı için ayrı ve
    eşsiz bir değer taşımaktadır.” (Gökyay 1973, 74).
    At, Türk edebiyatının en eski türü olan destanlardan başlayarak hemen her
    türünde yer alan, Türkle özdeşleşmiş bir varlıktır. Türk, ona o kadar değer verir ki at,
    avrat ve silahla birlikte onun başkasına emanet edemeyeceği, gözünden bile sakındığı üç
    kutsalını oluşturur. Türk edebiyatının en eski yazılı örneği olan Orhun Yazıtları’nda
    Kültigin’in savaşlarının anlatıldığı bölümlerde sadece Kültigin değil onun başarılarının
    ortağı olan atlar da tek tek isimleriyle birlikte anılır. Manas Ak Boz’u, Köroğlu Kır At’ı,
    büyük İslam kahramanı Hz. Ali Düldülü ile birlikte hatırlanır. Dede Korkut’taki kadın,
    erkek bütün kahramanlar da atlarıyla birlikte anılırlar. Bu vazgeçilemez birliktelik en
    güzel ifadesini Divan-ı Lügati’t Türk’teki “Kuş kanatın, er atın” atasözünde bulur
    (Mollaibrahimoğlu 2008, 6).
    On İki Hayvanlı Türk Takviminde adı “Yund” olan at (Gökalp 1976, 38),
    Türklerin yas, ölü aşı ve gömme törenlerinde de özel bir yere sahiptir
    (Mollaibrahimoğlu 2008, 7). Altaylıların dini törenlerinin en büyüğü ve önemlisi at
    kurbanı ayinidir. Bu ayin üç gün sürerdi. Kurbanın eti, kemikleri kırılmadan ayrılır ve
    kazancı denilen kişiler tarafından pişirilirdi. Kam, et suyundan alıp töslere afsunlar,
    96
    dualar okuyarak saçı yapardı. Bu töreni müteakip ayine iştirak eden kimselere kurban
    etiyle ziyafet çekilirdi (İnan 1976, 48-50).
    Yakut Türklerinde yer altı dünyasının en büyük ruhlardan birisi olan “Kazir
    Kağatan (Kadir Kağan)’ a beyaz alınlı boz bir at kurban edilirdi.” (Gökalp 1976, 83).
    Türklerin geçmişteki dini ve sosyal hayatlarında bu kadar önemli bir yere sahip
    olan atla ilgili günümüze kadar gelmiş birçok inanış mevcuttur. Bu inanışlardan
    araştırma sahamız olan Derinkuyu’da şunları tespit ettik.
    Geceleri at kişnemesinin uğursuzluk getireceğine inanılır (KK: 3).
    At ön ayaklarıyla yeri kazarsa ölüm olacağına inanılır (KK: 14, 15, 17, 18, 20,
    30, 32).
    Atın gözünde perde olmadığı için cinleri ve şeytanı gördüğüne inanılır (KK: 21).
    Nemrut’un İbrahim Peygamberi ateşe attığında atın ve eşeğin odun taşımayı
    reddetmesine rağmen, katırın ateşe odun taşıdığına inanıldığı için katır pek sevilmez
    (KK: 25).
    Yağmur yağmadığı zaman at kellesine Yasin-i Şerif yazılıp subaşına gömülürse
    yağmur yağacağına inanılır (KK: 52, 55, 57).
    Evin muhtelif yerlerine at kafası veya eşek kafası asılırsa nazar değmeyeceğine
    inanılır (Beğen 2003, 39).
    Loğusa olan eve at girdiği zaman çocuğun atın uğrağına denk geleceğine ve
    çocuğu al basacağına inanılır (KK: 70, 78, 88, 90).
    Rüyada kırmızı at görmek iyiye yorulur (KK: 53, 55, 70, 71).
  2. Kurt
    Türklerin hayatında önemli bir yere sahip olan hayvanlardan biri de kurttur.
    Kurt, renklerine göre Bozkurt, Gök Böri, Ak Kurt, Kızıl Kurt; Türk bayrak ve
    efsanelerinde ise Börü, Börte, Börcü, Asena, Sina, Cina, Cino, Yoşka olarak
    adlandırılmaktadır (Merdan 2003, 84). Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un ordusuna
    Oğuz’un çadırına giren gök ışıktan çıkan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt yol
    göstermektedir ki bu Tanrının Oğuz’a gönderdiği kutsal bir rehberdir. Göktürklerin
    Türeyiş Destanı’nda da kurt, ana olarak karşımıza çıkar ve Göktürklerin düşman elinden
    kurtulan tek çocuğunu büyüterek neslin yeniden çoğalmasını sağlar. Kurt, Uygurların
    Türeyiş Destanı’nda ise karşımıza Hun beylerinden birinin kızıyla evlenen bir baba
    olarak çıkar. Bu evlilikten Dokuz Oğuz-On Uygur çocukları doğar.
    97
    Anadolu’da bugün hala doğum öncesi, doğum sonrası uygulamalarda, isim
    vermelerde; evlilik, ölüm ile ilgili uygulamalarda, hastalıkların tedavisinde ve daha
    birçok alanda kurdun fonksiyonunun devam ettiği görülmektedir (Mollaibrahimoğlu
    2008, 9-12).
    Derinkuyu yöresinde de kurtla ilgili şu inanışları vardır.
    Kurt uluyunca ayaz olacağına veya kar yağacağına inanılır (KK: 13, 17, 19).
    Evlere ve çocuklara nazar değmesin diye kurt dişi asılır (KK: 20, 22, 23, 27).
    Kurdun Hz. Ali’nin köpeği olduğuna inanılır (KK: 53, 55, 71).
  3. Koyun ve Keçi
    Türklerin geçmişte de günümüzde de ekonomik hayatında hayvanların önemli
    bir yeri vardır. Eski Türkler başta at sürüleri olmak üzere koyun, keçi ve sığır
    beslerlerdi. Çok büyük hayvan sürüleri olduğu için de bu hayvanlara yeterli mera
    bulabilmek için yazın yaylaya çıkar, kışın kışlaklara inerlerdi. Türklerin küçükbaş
    hayvanlar içerisinde en çok besledikleri koyun ve keçiydi. Bu hayvanların sütünden
    yağ, çökelek, peynir yapılır beslenmede kullanılır; yününden çadır yapılır barınmada
    kullanılır; yine yününden çul, halı dokunur evde kullanılır; derisinden çarık dikilir
    giyimde kullanılırdı; yani Türkler geçimlerinin büyük kısmını bu hayvanlardan elde
    ettikleri ürünlerden sağlarlardı. Halkın ekonomik ve sosyal hayatında bu kadar önemli
    bir yere sahip olan koyun ve keçi Türklerin kültürlerine ve inanç dünyalarına da etki
    etmiştir. Bayramlarda, şölenlerde ve çeşitli kutlamalarda koyun kurban etmek eski bir
    gelenektir. Dede Korkut’ta bu “Koyundan koç kırdırtmak” şeklinde geçer.
    Koyun, sözlü anlatılarımızda ilk kez Oğuz Kağan Destanı’nda karşımıza çıkar.
    Oğuz Kağan, çadırını kurdurtur, iki yanına iki kulaç yüksekliğinde iki direk dikilir ve
    bunlardan sağ taraftakinin üstüne bir altın tavuk konulur, altına da bir ak koyun
    bağlanır. Sol taraftakinin üstüne bir gümüş tavuk konulur, altına da bir kara koyun
    bağlanır. Buradaki koyun şehit olmanın ve bilinçaltının simgesidir (Mollaibrahimoğlu
    2008, 12).
    Masallarımızda da yer altı dünyasında kalan kahraman, iki kuş tüyünü birbirine
    sürter ve o anda karşısına çıkan siyah ve beyaz koyunlardan beyaz olanın üstüne binerek
    yeryüzüne çıkar (Mollaibrahimoğlu 2008, 13). Artvin yöresindeki bir efsaneye göre,
    birisi ak diğeri kara olan iki koçu bulunan bir kahraman, kara koçun kılını ak koçun
    98
    kılına sürünce yedi kat yerin altına inebilmektedir. Ak koçun kılını kara koçun kılına
    sürünce yedi kat yerin üstüne çıkabilmektedir (Kalafat 2010, 111).
    Koyunun kutsal olduğuna dair inanışın kaynaklarından olan şu efsane de ilgi
    çekicidir. Bu efsaneye göre “Şamanın bütün bilgilerini içeren bir kitap vardır ve bu
    kitap bir koyun tarafından yenmiştir. Kitaptaki bütün bilgiler koyunun kürek kemiğine
    aks etmiş ve bu kemikle fal bakma âdeti ortaya çıkmıştır.” (Zaripova 2010, 101).
    Koyun bazı yörelerde yağmur duası ritüelinde de yer almaktadır. Bu tür
    uygulamalarda koyunun yer almasında insanların koyunu saf, masum ve bereketli
    olarak kabul etmelerinin etkisi olabilir. Zira Peygamber Efendimiz “Koyunculuk yapın,
    çünkü koyun berekettir.” buyuruyor (Mollaibrahimoğlu 2008, 14).
    Derleme sahamız olan Derinkuyu ilçesinde koyun ve keçi ile ilgili şu inanışlara
    rastladık:
    Koyun kafatasının yanına sarımsak bağlayıp ahırın önüne atılırsa ahırdaki
    hayvanlara nazar değmeyeceğine inanılır (KK: 70, 75, 76).
    Eğer hamile bir kadın rüyasında koyun görürse çocuğunun uysal olacağına
    inanılır (KK: 2, 6, 9).
    Rüyada koyun görmenin zenginliğe işaret olduğuna inanılır (KK: 52, 55).
    Koyunun cennetten çıkma olduğuna inanılır (Kabak 2011, 59).
    Koyunların melek olduğuna inanılır (KK: 100, 102).
    Koyunun olduğu evde fakirlik olmayacağına inanılır (KK: 22, 45, 49).
    Koyunun dört gözlü olduğuna inanılır. İki gözüyle yediği ota baktığı, iki gözüyle
    de kurdu gözlediğine inanılır (KK: 11, 15).
    Koyunun göğüsleri gözükmediği için en namuslu hayvan olduğuna inanılır (KK:
    1, 21).
    Yağmur yağması için koyunlarla kuzular karşılıklı melettirilir (KK: 120, 134).
    Keçinin savruk olmadığı (döl tutmadığı) yıl kışın çok olacağına inanılır (KK: 3).
    Cinin keçiden azma olduğuna inanılır (KK: 110, 111, 120).
    Cinin keçi şekline çok girdiğine inanılır (KK: 190, 192, 195).
    Çocuk ölmesin diye kapıda keçiboynuzu yakılır. Onun dumanına hiçbir şeyin
    gelmeyeceğine inanılır (KK: 200, 202, 205, 207, 209, 215).
    99
  4. Köpek
    Türk takviminin 11. yılına ad olan ve Anadolu’da “it” de denilen köpek, insana
    sadakatiyle tanınan bir hayvandır. O, Anadolu’da kimi zaman olumlu, kimi zaman da
    olumsuz durumların habercisi olarak görülür.
    Mitoloji ve efsanelerde köpek kimi zaman “Barak” olarak geçmektedir. Barak
    adı verilen tüyleri çok uzun bu köpeği Sümerler kutsal kabul etmişlerdir. Bu köpek çok
    hızlı koşar ve avını iyi yakalar (Mollaibrahimoğlu 2008, 20).
    Şamanizm’de genellikle zayıf şamanlar köpek şekline giriyordu ve köpek
    genellikle yeraltına inerken kullanılırdı. İnsan ve hayvanlarda bulunan “Süne” adındaki
    ruh, şamanlarla manevi kudreti yüksek olan bazı insanlara bazen de köpeklere
    görünürdü (Mollaibrahimoğlu 2008, 20). Yer altı âleminin girişi köpekler tarafından
    korunurdu (Eliade 2006, 283). Yeraltına yolculuk esnasında sadece günahkâr
    olmayanların geçebildiği “Köprüyü geçen şaman, Erlik Han’ın konağına doğru yoluna
    devam eder. Koruyucu köpeklere ve kapıcıya rağmen içeri girmeyi başarırdı… ” (Eliade
    2006, 234). Bazı Türk topluluklarında cenaze töreninde kurban olarak kesilen bu
    hayvan Türk kozmolojisinde ölüme işaret eden timsallerdendi.
    Orta Asya’daki Türk mitolojisinde genel olarak kurt dişi, köpek de erkektir.
    Yalnızca Kao-çı’ların Türeyiş efsanesinde kurdun erkek olduğunu görürüz. Çingiz
    Han’la ilgili efsanelerde ise kurt veya köpeğe benzeyen sarı hayvan erkektir. Tibet’te de
    köpek erkektir. Bu erkek köpek Çin padişahının kızıyla birleşerek Tibetlileri meydana
    getirmiştir (Mollaibrahimoğlu 2008, 20).
    Türk mitolojisinde ve kozmolojisinde bu kadar derin izler bırakmış olan köpekle
    ilgili Derinkuyu’da şu inanışlar mevcuttur.
    Köpek ezan okunurken ulursa, kaçan şeytanlara uluduğuna inanılır (KK: 9, 31).
    Ezan okunurken köpek ulursa Allah’tan ekmek istediğine inanılır (KK: 30, 34,
    36, 40).
    Köpek bir eve doğru ulursa o evden cenaze çıkacağına inanılır (KK: 60, 61, 63,
    65, 66, 67, 68, 72).
    Köpek acı acı ulursa ölen olacağına inanılır (KK: 75, 77, 79, 82, 84, 85, 86, 88,
    89, 92).
    Köpeğin ağzı yukarı yatarsa veya toprakta ulursa, misafir geleceğine inanılır
    (KK: 21, 32).
    Köpeğin deprem olacağında uluduğuna inanılır (KK: 22, 40, 42).
    100
    Köpek çok havlarsa o gün eve misafir geleceğine inanılır (KK: 21, 22, 23).
    Yolda yürüyen birisinin önünden köpek geçmesinin uğursuzluk getireceğine
    inanılır (KK: 50, 55, 60, 64).
    Rüyada köpek görmek düşmanlığa yorulur (KK: 65, 70).
    Kedi sahibimin yedi kızı olsun yedisinin de gözü kör olsun dermiş. Köpek de
    sahibimin yedi kızı olsun yedisinin de gözleri görsün. Biri çıkar bana bir ekmek verir
    dermiş (KK: 56, 70, 71).
    Kötü rüya gören sabah kalkar kalkmaz köpeğe ekmek verirse kötülüğü def
    edeceğine inanılır (KK: 80, 82).
  5. Yılan
    Anadolu’da “Babaköş, kıvrık, çapar, emecem, yüğrük, mersin, uzun kız”
    (Çağatay 1974, 367) gibi adlarla anılan yılanın Türk mitolojisinde de önemli bir yeri
    vardır. Türk mitolojisinde yılan merkez düşüncesini verir. Kuyruğunu ağzına alarak
    oluşturduğu daire tam bir hayat ve hareket sembolüdür. Yılan, yeraltında, karanlık
    âleminde ebedi hayat ve gençlik bitkisine dokunarak yeniden hayat bulmuştur.
    Cennette ebedi hayat sembolü olan elmayı ilk kadın olan Havva’ya vererek ona
    doğurganlık, analık vasfının verilmesine sebep olmuştur. Yılan uzun süren kış mevsimi
    boyunca yeraltında, karanlıklar ülkesinde uyuduktan sonra ilkbaharda yeryüzüne çıkar,
    gömlek değiştirir. Bu halleri ve hareketleriyle ölüp yeniden dirilme düşüncesini temsil
    eder. Birbirlerine dolaşmış halleri üremenin sembolüdür. Düzgün bir halka şeklinde
    çöreklenmiş haliyle, derisindeki halkalar ve hep açık duran gözünün içindeki halkalarla
    büyüleyici tesirler uyandırır (Beğenç 1974, 72-73).
    Sümerliler ve Elamlılarla ilgili kazılarda bulunmuş heykellerde kutsal ağacı
    koruyan, kapı bekçiliği yapan iri ve boynuzlu yılanlar görülmektedir ki bunlardan
    yılanların koruyuculukla da görevli olduğu anlaşılmaktadır. Sümerlerce yılanların
    tanrısı olan Nin-Gişzida ile Papsukal da koruyuculukla görevlidir. Volga Türklerine
    göre yılan uğurlu bir hayvandır (Uraz 1994, 154).
    Kozmik âlemden önce Ap-su ile Tiamattan Mummu denilen hüviyetsiz ve
    acayip bir varlık türemiştir. Bunlardan biri dişi biri de erkek iki büyük yılandır. Bu
    yılanların evlenmesiyle gökler, yerler meydana gelmiştir (Uraz 1994, 18).
    Yılanın Anadolu inançlarında da önemli bir yeri vardır. Bazı yörelerde evlerin
    koruyucu iyeleri olduğuna inanılmaktadır ki bu iye genelde yılan, özellikle de karayılan
    101
    şeklinde tasavvur edilmiştir. Kara renkte olan ev iyesi yılan öldürülmez. Onun evdeki
    diğer zehirli yılanları öldürdüğüne, böylece ev halkını koruduğuna inanılır
    (Mollaibrahimoğlu 2008, 23).
    Derinkuyu yöresinde de yılanla ilgili şu inanışları tespit ettik.
    Evlerin ve dağların koruyucusu olduğuna inanılan yılanlar vardır (KK: 32, 35).
    Evde görülen yılanlara, yılanın evin bekçisi olduğuna inanıldığı için,
    dokunulmayıp kendi hâline bırakılır. Başkalarının bu yılana zarar vermesine de izin
    verilmez (KK: 5, 7, 11, 21).
    Ev bekçisi yılanların eve bereket getirdiğine inanılır (KK: 60, 63, 68).
    Dağlarda devlerin ve büyük yılanların olduğuna bu yılanların dağları yalayarak
    bitirmek istediklerine ancak “İnşallah” demeyip “Yarın geliriz” dedikleri için yedikleri
    dağın sonraki güne yeniden dağ olduğuna inanılır (KK: 50, 51).
    Yılan ateşte yakılırsa yağmur yağacağına inanılır (KK: 25, 29).
    Yılan öldürülüp kuyuya atılırsa ve o yılan kuyuda kaybolursa yağmur
    yağacağına ve durmayacağına inanılır (KK: 71).
    Yılan’ın yolu keserek geçtiği görüldüğünde, yılanın uğuru kestiği için
    uğursuzluk getireceğine inanılır (KK: 4).
    Yolda yılan görülürse düşman görüleceğine inanılır (KK: 14, 16).
    Yılanın Battal Gazi’yi kuyudan çıkararak kurtaran hayvan olduğuna inanılır
    (KK: 20).
    Yılanın insanın arkasından gıybet edip nazar değdirebileceğine inanılır (KK: 21,
    22, 25).
    Rüyada yılan görmek düşman demektir (KK: 30, 32, 36).
  6. İnek ve Öküz
    Boğa (İnek ve öküz) genellikle yer unsuru içinde değerlendirilmekle birlikte bazı
    anlamlarıyla gökle de ilişkilendirilmektedir. Eski Türklerde özellikle boğa ya da öküz
    Alplik ongunu ya da timsaliydi. Erken devir Türklerinde savaş ilahı sayılmış Ch’ihyo’nun başı; kaplan, ejder ve yabani boğayı andıran bir maske olarak da kullanılıyordu
    (Çoruhlu 2010, 166).
    Boğa ya da onun yüksek coğrafi bölgelerde yaşayan tüylü cinsi olan kotuz,
    kuvvet ve kudret timsali olduğundan aynı zamanda hükümdar ya da hükümdarlık
    simgesi ya da ongunu sayılmıştır (Çoruhlu 2010, 166). Eski Türklerde öküz merkezi
    102
    temsil eder yani bütün budunu idare eder. Eski Türkler buna kotas, kotuz da derlerdi.
    Kotas kelimesi kut ve uz kelimelerine tahlil olunabilir. Kut, mukaddes; uz, şark
    Türkçesinde öküz demektir (Gökalp 1976, 43). Tonyukuk yazıtında hükümdarın yağlı,
    semiz bir boğayla karşılaştırılması bu konuyu desteklemektedir. Öte yandan yak öküzü
    kuyruğu ya da kotuz kuyruğu egemenlik simgesi olan tuğlarda da kullanılıyordu.
    Özellikle bu tür durumlarda boğa göğe mensup (gök boğa) olarak düşünülüyordu.
    Ancak çoğu kez yer unsuruna dâhil edilmiştir. Nitekim yere kurban olarak öküz ve koç
    cinsi hayvanlar gömülerek sunuluyordu. Yer altı ilahı Erlik’e de kara öküz kurban
    edilirdi (Çoruhlu 2010, 166). Türkler Altay’da iken Tibet öküzünü (yak), mukaddes
    kurban olarak avlarlardı. Eski Türklerde sürgün avına sığır denmesi bundandır. Avdan
    sonra mukaddes maide başlardı. Buna da şölen denirdi. Türkler Altay’dan uzaklaşınca
    Tibet öküzünü bulamadılar. Tibet öküzünün başı öküze, kuyruğu ata benzerdi. En
    mühim rolü, kuyruğu gördüğü için onun yerine atı ikame ettiler. Artık şölenlerde at
    kurban etmeye başladılar (Gökalp 1976, 43).
    Hint mitolojisinin de etkisiyle eski Türklerde dünyayı taşıdığına inanılan
    hayvanlar arasında öküz de vardır (Çoruhlu 2010, 166).
    Derinkuyu ilçesinde de inek ve öküz etrafında oluşmuş birçok inanış mevcuttur.
    Bu inanışlar şunlardır:
    İnek doğurunca eve ağır bir şey alınırsa ya da ağır bir şey kaldırılırsa ineğin
    sütünün kesileceğine inanılır (KK: 23).
    İneğin sütünü yere sağmak iyi değildir. Eğer süt yere sağılırsa sütü sağılan
    hayvanın hastalanacağına inanılır (KK: 25).
    Gün battıktan sonra bir evden diğer bir eve süt verilmez, verilirse o sığırda bir
    hastalık çıkacağına inanılır (KK: 5).
    İneğin altına erkek çocuğun dişi bırakılırsa ineğin erkek dana doğuracağına
    inanılır (Karabakla 2003, 73).
    Yeni yapılan evlerin önüne eve nazar değmesin diye ineğin kafatası asılır
    (Karabakla 2003, 74).
    Dünyanın sarı öküzün boynuzları arasında olduğuna, boynuzlarını sallayınca
    deprem olacağına inanılır (KK: 22, 23).
    İnekleri dağa götürürken sürünün içinden bir yabancı geçerse o yıl ineklerin
    yavrusunun olmayacağına inanılır (KK: 50, 53).
    103
  7. Kedi
    Altaylarda Pazırık kurganlarında (M. Ö. 3-1. yy) bulunan at koşum takımı
    süslerinde kedi veya kedi başı heykelciklerinin bulunması, bu hayvanın Türklerde erken
    devirlerden itibaren önem taşıdığını gösterir. Bu kedi figürleri aslan veya kaplana
    benzetilerek ele alınıyordu; çünkü sembolik olarak bu yırtıcı hayvanların kimi
    özellikleri kedilere de atfediliyordu.
    Geç dönemlerde Orta ve İç Asya Türk halklarından derlenen çeşitli hikâye,
    masal, efsane ve destanlarda kediler daha çok alegorik simgeler olarak kullanılmakla
    birlikte yoğun olarak eski Türk mitleri ve inanışlarının etkisi görülür (Çoruhlu 2010,
    171).
    Hakas, Kazan ve Altay Türklerinde korku salan kötü ruhların kedi, köpek, yılan
    gibi hayvanların kılığına girebildiğine inanılıyordu (Çoruhlu 2010, 171). Radloff’un
    Karaorman Tatarlarının (Tuba) Küson boyuyla ilgili aktardığı bir parçada bir kedi cinin
    bir ihtiyara zenginlik ve servet sağlaması ama adamın tamahkâr davranmasıyla her
    şeyini kaybetmesi anlatılmıştır (Radloff 1999, 320-325).
    Özbek halk kahramanlık destanı olan Alpamış Destanı’nda kedi bir yerde ecel,
    ölüm veya kaderin alegorisi olarak kullanılmıştır.
    Öte yandan Tufan efsanesinin Hakas Türklerine ait bir şeklinde kedinin ağzının
    pis sayılması fare kılığına bürünen şeytanın kedi tarafından yakalanmasına dayandırılır.
    Başka hayvanların yanı sıra kediler de Hz. Muhammed ile ilişkilendirilmektedir.
    Hadislerde de bu hayvandan olumlu bahsedilir (Çoruhlu 2010, 171).
    Erken devirlerden itibaren Türkler için bir önem taşımaya başlayan kedi ile ilgili
    Derinkuyu yöresinde de birtakım inanışlar vardır. Bu inanışlar şunlardır.
    Siyah kedinin birinin önünden geçmesinin o kişiye uğursuzluk getireceğine
    inanılır (KK: 5, 7, 10).
    Kedinin geceleri ev sahibini öldürmek için dokuz kez kontrol ettiğine inanılır
    (KK: 1, 10, 12).
    Kedi öldürmenin çok günah olduğuna inanılır (KK: 3, 6).
    Kedi öldüren birisinin bu günahtan kurtulmak için yedi cami yaptırması
    gerektiğine inanılır (KK: 70, 71, 75).
    Kedi ile aynı yerde yatan kişinin ömrünün kısalacağına inanılır (KK: 50, 56, 60,
    62).
    Kedi olan eve cin girmeyeceğine inanılır (KK: 90, 98, 105).
    104
  8. Tavuk ve Horoz
    Proto-Türk ya da Hun devrine ait Pazırık kurganlarından çıkarılan eserler
    arasında deriden kesilmiş ya da lahitler üzerine oyulmuş ya da elbiselerde yer almış bir
    şekilde karşımıza çıkan horoz, tavuk figürleri büyük olasılıkla kötü ruhları kovan,
    koruyucu bir simgeydi. Özellikle horoz günün ağarışını haber vermesiyle bu anlamı
    ifade ediyordu.
    Genel olarak altın tavuk Türklerde hükümdar ailesinin ve gümüş tavuk ise
    hükümdar ailesinden olmayan soylu kişilerin timsaliydi.
    On iki hayvanlı Türk takviminin yıl adlarından birisi olan horoz, tavuk Türk
    kozmolojisinde barış unsurunun hayvan biçimli timsalidir. Horozun cesaret, savaşçılık,
    dürüstlük, nezaket, şeytanı def etme gibi vasıfları onun bu kavramın simgesi olmasını
    sağlamıştır. Türklerde özellikle beyaz horoz çok önemlidir.
    Öte yandan çeşitli rivayetlerde horozun yaşadığı eve şeytanın giremeyeceği,
    Peygamberin bir beyaz horozu dost edindiği, camide ve evinde bir beyaz horoz
    bulunduğu, namaz vakitlerini bildirdiği için bir yere giderken bir beyaz horozu yanında
    götürdüğü anlatılmaktadır (Çoruhlu 2010, 169-170).
    Derinkuyu’da da horoz ve tavukla ilgili şu inanışlar mevcuttur.
    Tavuğun ötmesinin kıyamet alameti olduğuna inanılır (Güçlü, 1995, 32).
    Hamile kadının tavuk eti yediği zaman çocuğunun tüylerinin diken diken
    olacağına inanılır (KK: 3, 8).
    Mushafın dönmesini (büyünün etkili olmasını) sadece tavuk pisliğinin
    engelleyebildiğine inanılır (KK: 5, 20).
    Türbelerde beyaz horoz kesilir (KK: 12, 20, 32, 50).
    Kırmızı horoz, şeytana gelme kana batarsın; beyaz horoz gel sabaha kadar dur
    dermiş (KK: 30, 35, 36).
    Horozun vakitsiz ötmesi uğursuzluk olarak sayılır (KK: 11, 15).
    Horozun ötüşünden sonra uyanmanın uğursuzluk getireceğine inanılır (Kabak
    2011, 58).
    Horoz sık sık öttüğü zaman yabani hayvanların saldıracağına inanılır (Güçlü
    1995, 90).
    105
  9. Karga
    Başlangıçta karga ile ilgili inanışlar olumludur ve birçok destanda karga kutsal
    kurt ile birlikte yer alır ve kurdun yardımcısıdır (Özbaş 2010, 58 – 60); ancak
    İslamiyet’in kabulü ile başlayan süreçte halk inanışları içerisinde karga olumsuz bir
    anlam kazanmaya başlar. İslami gelenekte sıkça rastlanılan bir efsane şu şekildedir: “Hz
    Muhammed düşmanlarından kaçmak için bir mağaraya saklandığında, onu ilk fark eden,
    o zamanlar beyaz olan kargadır. Karga Hz. Muhammed’i ele vermek için Gar! Gar! yani
    Mağara! Mağara! diye bağırır. Ancak onu anlamayan Hz Muhammed’in düşmanları
    mağaraya bakmadan gelip geçerler. Hz Muhammed de mağaradan çıkınca kargayı kara
    renge dönüştürerek onu lanetler. O günden sonra da karga işte bu Gar! Gar! şeklindeki
    hain ötüşünü tekrarlamak zorunda kalır.” (Sax 2006, 64).
    Başka bir inanışa göre de “Kargayı rüyada görmek uğursuzluk getirir.” (Pellat;
    1991, 1067).
    Karganın giderek olumsuz anlamlar ifade etmesinin ve uğursuz sayılmasının
    sebeplerinden birisi de renginin kara olmasıdır. Uygur Türkleri arasında karganın
    renginin kara olmasıyla ilgili olarak şu efsane anlatılır: “ Eskiden puhu kuşu boyacılık
    yaparmış. Bütün kuşlar, kanatlarını, kuyruklarını ve tüylerini ona çeşitli ve güzel
    renklerde boyatırlarmış. Puhu kuşunun ustalığından kuşlar memnunmuş. Sadece karga
    onu küçük görürmüş. Çünkü o dönemde karga bembeyazmış. Bunun için bembeyaz
    kanat ve kuyruğuyla övünüp dururmuş. Günler geçmiş, karga bembeyaz kanat ve
    kuyruğundan bıkmış ve puhu kuşunun yanına gelip:
    Benim elbiselerim bembeyaz olduğu için çok güzel; fakat onu daha da
    güzelleştirmek istiyorum. Onun için üzerimdeki elbiseleri dünyada hiç kimseninkine
    benzemeyecek şekilde güzel bir renge boyasan demiş ve diğer isteklerini söylemiş.
    Puhu kuşu: Bu ukala ve şıklık peşinde koşan karganın elbisesini hangi renge boyasam
    acaba! Diye düşünmeye başlamış. Sonunda karganın bembeyaz tüylerini kapkara bir
    renge boyamış. Bunu gören karga sinirlenip kızmış ama ne çare. İşte o günden beri
    karga kapkara olmuş (Öger 2008, 579).
    Türk kültüründe kara “Yasın rengidir” (Örnek 1971, 83), Ölümün, kötülüğün,
    olumsuzluğun, kuzeyin, soğuğun rengidir. Kara karga da şeytanın ve kötülüğün
    sembolüdür (Çoruhlu 2010, 175-205).
    Derinkuyu yöresinde de karga ile ilgili birçok inanış vardır. bu inanışlar
    şunlardır:
    106
    Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde getireceğine inanılır (Güçlü 1995,
    33).
    Karganın sürekli ötmesinin uğursuzluk getireceğine inanılır (KK: 2, 22).
    Karganın değişik bir sesle ötmesinin yeni bir ölümün habercisi olduğuna inanılır
    (Güçlü 1995, 38).
    İnsanların ölü gömmeyi kargadan öğrendiğine inanılır. (Habil, Kabil’i
    öldürdüğünde 40 gün kucağında gezdirmiş. O sırada bakmış ki iki karga kavga ediyor.
    Karganın biri birini öldürüp gömmüş o da aynı şekilde kardeşini gömmüş) Ölü gömme
    geleneği böylece başlamış (KK: 25).
  10. Güvercin
    Güvercin, Türk destanlarında, efsanelerinde ve halk inanışlarında yer alan
    kuşlardan birisidir.
    Yestey Mönge destanında güvercin “Aklı göklü güvercin” olarak tanıtılır. Turalı
    boyundan derlenen bir destanda güvercin şu şekilde geçer : “Hatib (cicen), bir güvercin
    olup uçtu, Molla da onu görünce Lâçin olup onu kovaladı…” (Ögel 2010, 550).
    Şamanist Türk boyları arasında söylenen Tufan efsanesinde de güvercinden şu
    şekilde bahsedilir. “Nihayet sular çekilmeye başladı. Dağların tepeleri göründü. Gemi,
    Çomgoday ve Tuluttu dağlarında karaya oturdu. Suyun derinliğini öğrenmek için Nama
    kuzgunu gönderdi, dönmedi. Kargayı gönderdi, dönmedi. Saksağanı gönderdi, dönmedi.
    Nihayet güvercini gönderdi. Nama, ona kuzgun, karga ve saksağanı görüp görmediğini
    sordu. Güvercin her üçünü de gördüğünün bunların leşe konup gagaladığını söyledi.
    Nama “Onlar kıyamete kadar leş ile geçinsinler, sen benim sadık hizmetçim oldun;
    kıyamete kadar benim evladımla beraber yaşa” dedi (İnan 2006, 22).
    Destanlarda genelde don değiştirilen hayvan olarak görülen güvercin hakkında
    Anadolu’da pek çok inanış mevcuttur. Muğla’da “Güvercini avlayarak yedikten sonra
    etini yiyenin, hayatı boyunca yüzünün hiç gülmeyeceğine inanılır. Hicrette Sevr
    Mağarasında Peygamberimizi koruduğu için güvercin kutsal kabul edilir.” (Eşmeli
    2006, 69). Adana’da güvercini evde beslemenin o eve kıtlık getireceğine inanılır (Akyol
    2006, 22). Siirt’te güvercin uğursuz olarak kabul edilir (Taşpınar 2006, 116).
    Uygur Türkleri, güvercinin her seher vaktinde ötmesini, onun “İnsanlar için baht
    ve saadet dilemesi, dua etmesi” şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu inanışa bağlı olarak da
    evlerin bahçesine ve çatılarına güvercin için yuva yapılmaktadır. Hatta yapılan yuvaya
    107
    ikinci baharda güvercin gelmezse yuvaların etrafı tütsülenerek güvercinin gelmesi için
    dua edilmektedir (Öger 2008, 178).
    Antep yöresinde güvercinle ilgili şöyle bir efsane anlatılır: Avcının biri bir
    ağaçtaki güvercini vurmak için üç defa nişan alır. Her seferinde ağaçtaki güvercin insan
    şekline girdiği için vazgeçer. Hayal gördüğünü zannederek dördüncüde ateş eder ve
    bayılır. Avcıya nefes etmesi için Gazali’ye götürürler. Yolda ayılan adamı gören Gazali
    göğsünü açarak “Bak beni ne hale koydun” der. Bundan dolayı Gaziantep’te avcılar
    güvercini avlamaz, onları Gazali’nin koruduğuna inanılır (Köksel 1999, 490).
    Güvercin de kumru gibi kutsal bir kuştur. Eğer güvercin bir evin balkonuna ya
    da başka bir yerine yuva yaparsa o ailenin zengin olacağına inanılır. Bu hayvanlar
    kesilmez ve etleri yenmez. Beyaz renkli güvercinlerin Mezar-ı Şerif’te bulunan Hz.
    Ali’nin türbesindeki beyaz güvercinlerden olduklarına inanılır. İnanışa göre bu beyaz
    güvercinlerin arasına katılan siyah güvercinler de biraz sonra beyazlaşırlar.
    Çukurova Yörüklerinde güvercini vurmak ve yemek yasak ve günah sayılır.
    Bunun sebebi şudur: Hz. Muhammed Medine’ye hicret ederken bir mağaraya sığınır.
    Bu mağaranın önüne bir güvercin yuva yapar. Gelen düşmanlar bu güvercinin yuvasını
    gördükten sonra mağaranın içine bakmazlar. Bu yüzden güvercin peygamber kuşu
    olarak kabul edilir (Mollaibrahimoğlu 2008, 124-132).
    Yunan mitolojisinde güvercinin “Günahsız insanların ruhu olduğuna inanılır.
    Beyaz renginden dolayı aşkın ve barışın sembolüdür. Antik Mısır’da güvercinlerin dört
    bir yana doğru salınmasının ülkeye ve tanrılara iyi haber getireceğine inanılmıştır. Halk
    güvercinlere saygı duymuş ve sevmiştir.” (Telesco 1195, 21-44).
    Eski destanlarda, efsanelerde ve inanışlarda önemli bir yere sahip olan güvercin
    hakkında Derinkuyu’da da şu inanışlar vardır.
    Güvercinin vurulması iyiye sayılmaz ve güvercin beslenen evde namaz kılmanın
    daha hayırlı olduğuna inanılır (KK: 22).
    Peygamberimiz hicretteyken güvercin ona yuva yaptığı için güvercin
    öldürmenin günah olduğuna inanılır (KK: 6, 7).
    Güvercin beslenen evde namaz kılmanın ve sabah erken kalkmanın daha hayırlı
    olduğuna inanılır (Güçlü 1995, 90).
    108
  11. Eşek
    Anadolu’da insana yakın ve yararlı bir hayvandır. Ancak Anadolu masallarında
    iyi bir motif olarak görülmez. Atların Türk masallarındaki yeri her zaman kutludur.
    Eşek, eski Türklerde ise bir çiftçi hayvanıydı (Ögel 2010, 541). Bunun için Manas
    Destanı’nda, Manas Han “Beldemirini ağaca saplayan, eşeklerini at gibi methederek
    koynunda arpa ekmeği taşıyan, boynuna tırpan yükleyen Sartları ben kırdım… Yağız
    eşekli bir yurt olan Sartları yağma ettim. Ey Sart! Sen eşek ve öküzünden başka ne
    bilirsin?” (İnan 1998, 115) diyerek eşeği ve eşek taşıyan çiftçi toplumları küçümsüyor.
    Derinkuyu’da ise eşekle ilgili birkaç inanış vardır. Bu inanışlar şunlardır.
    Evlere nazar değmesin diye eşek tezeği asılır (KK: 20, 25, 27).
    Eşek tezeği bereket getireceği inancıyla harmanda çec altına konulur (Güçlü
    1995, 30).
    Eşekle köpeğin şeytanı gördüğüne inanılır (KK: 70, 82).
  12. Kaplumbağa
    Türk mitolojisi ve sanatındaki kaplumbağa simgeciliği eski Çin ve Hint
    tasavvurlarıyla olan ilişkiler sonucunda gelişmiştir.
    Kaplumbağanın kubbe şeklini andıran sırtı gök (yang) ve alt kısmıysa yer (yin)
    unsuruna işaret etmekteydi. Böylece kaplumbağa bir su üzerinde bulunan yeryüzüyle
    onun üzerindeki göğü temsil eden bir simge olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Türklerde ve Çinlilerde ortak olan bu kozmolojik tasarıma göre, kutlu bir hayvan
    olan kaplumbağa astrolojik bir simgedir. Onun dört ayağının birbirini izleyişi, dört
    mevsimin ahenkli bir şekilde birbirini takip etmesine benzetilir. Kabuğunun üzerindeki
    desen, kuzey gök yarımküresindeki bir yıldız grubuna işaret eder. Sol gözü güneşi, sağ
    gözüyse ayı temsil eder. Bütün kabuklu hayvanların reisi sayılan kaplumbağa, kışın
    hareketsiz kaldığı ve yazın kabuğunu değiştirip kabuğundan dışarı çıktığı için uzun bir
    ömre sahip olmuş, bundan dolayı uzun ömürlülüğün ve sabrın simgesi sayılmıştır. Uzun
    ömürlü oluşu ve sabrından dolayı güçlü bir hayvan sayılmış ve aynı zamanda refahın,
    barışın ve mutluluğun bir işareti olarak görülmüştür (Çoruhlu 2010, 170).
    Türk mitolojisinde önemli bir yere sahip olan kaplumbağa ve kaplumbağa
    kabuğuyla ilgili Anadolu’da pek çok inanış ve uygulama vardır. “Yaşamayan çocukların
    yastığının altına kaplumbağa yavrusu konulur.” (Mollaibrahimoğlu 2008, 64). Çocuğu
    nazardan korumak için beşiğine kaplumbağa kabuğu konulur (Mollaibrahimoğlu 2008,
    109
    99). Kaplumbağa ters çevrilirse kurtulmak için Allah’tan yardım dileyeceğine ve
    yağmur yağacağına inanılır (Mollaibrahimoğlu 2008, 110). Aydın yöresinde
    kaplumbağa görüldüğü zaman ağzı kapatmak gerektiğine çünkü kaplumbağanın insanın
    dişlerini saydığına ve bu dişlerin çürüyeceğine inanılır (Abalı 2011, 131).
    Derinkuyu ilçesinde kaplumbağa ile ilgili şu inanışlar vardır:
    Evlere nazar değmesin diye kaplumbağa ölüsü (Kaplumbağa kabuğu) asılır.
    Kaplumbağa kabuğunun uğur getireceğine inanılır (Güçlü 1995, 30).
    Kaplumbağanın tükürdüğü yerde siğil olacağına inanılır (KK: 30, 32).
  13. Diğer Hayvanlar
    Yukarıda saydığımız hayvanların dışında Derinkuyu ilçesinde şu hayvanlarla
    ilgili bir takım inanışlar da mevcuttur.
    Baykuş uğursuz bir hayvan olarak kabul edilir ve bir evin yakınında öterse o
    evden cenaze çıkacağına inanılır (KK: 1, 2, 3, 5, 10, 11).
    Baykuşun çok olduğu yıllarda kıtlık olacağına inanılır (Güçlü 1995, 88).
    Baykuşu ve leyleği vurmanın iyi olmayacağına inanılır (KK: 70, 72, 75, 85).
    Saksağan uğursuz olarak sayılır ve tarla üzerinde dolaşırsa verimsizlik
    getireceğine inanılır (KK: 20, 23, 25).
    Yarasaların ölüm haberi getireceğine inanılır (KK: 1, 9, 26, 55).
    Alaca kuş öterse haber geleceğine inanılır (KK: 85, 89).
    Kırlangıcın az olması o yıl kıtlık olacağı şeklinde yorumlanır (KK: 5).
    Leyleğin zamansız göç etmesi kötüye yorumlanır ve bir kötülük olacağına
    inanılır (KK: 4).
    Bahar ayında ilk defa leyleğin görülmesi hâlinde o yıl işlerin olumlu olacağına
    inanılır (KK: 2, 21).
    Domuz uğursuz sayılır, sevilmez ve domuz öldürmenin sevap olduğuna inanılır
    (KK: 5, 22).
    Örümcek ağını bozanın yuvasının yıkılacağına inanılır (KK: 6, 9).
    Fare öldürenin cenabet olacağına inanılır (KK: 3).
    Kurbağaların sesi çok çıkarsa yağmur yağacağına inanılır (KK: 3, 22).
    Kurbağanın insana nazar değdirebileceğine inanılır (KK: 5).
    Kirpi uğursuz sayılır (Güçlü 1995, 34).
    Tilki görmenin uğur getireceğine inanılır (KK: 21, 23).
    110
    Evinde ya da bahçesinde karınca oymağı bulunan kişinin mallarının talan
    olacağına inanılır (Güçlü 1995, 36).
    Evin çatısında bir kuş öterse o eve misafir geleceğine inanılır (KK: 100, 102,
    107).
    Evde kara renkli hayvan beslemenin o eve uğursuzluk getireceğine inanılır (KK:
    115, 119, 201).
    Bahçelere nazar değmesin diye mundar hayvanların (Eti yenmeyen hayvanların)
    kemiği asılır (KK: 98, 105, 115, 117).
    Kurban kesilirken hayvanın dili dışarıda kalırsa kurban sahibinin o yıl öleceğine
    inanılır (KK: 202, 203, 204, 205, 206, 210).
    Baş ağrısını geçirmek için kesilen kurbanın kanı alnın ortasına sürülür (Güçlü
    1995, 28-29).
    Kuş gelip öttüğü zaman arkasından bir soğan atılıp “Hayırlı isen gel, hayırsız
    isen gelme” denir (KK: 70).
    Büyük dağların koruyucu ejderhalarının olduğuna inanılır (KK: 75).
    Kurbanın kanı ve kemikleri gömülür (KK: 20, 22, 25, 27).
    Rüyada arı görmek devlettir (KK: 30, 32).
    Rüyada tavşan görmek iyi değildir (KK: 90).
    Tavşanla karşılaşmak uğursuzluktur (KK: 95, 97).

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Başa dön tuşu