Yöresel Halk İnançları

Evlenmeyle İlgili Halk İnanışları

Yaşamın ikinci geçiş dönemi olan evlenme, gerek kızın ve erkeğin sosyalleşme
sürecinin önemli bir aşamasını oluşturması, gerekse aileler arasında kurulan
dayanışmayı, toplumsal ve ekonomik ilişkiyi belirlemesi ve düzenlemesi bakımından
her zaman ve her yerde önemli bir olay gözüyle görülmüştür. Ailenin toplumsal
yapısının temeli olması bu iş birliğini sağlayan evlenme olayına evrensel bir karakter
kazandırmıştır. Dünyanın her yerinde her aşaması, bağlı bulunduğu kültür tipinin
öngördüğü belirli kurallara ve kalıplara uydurularak gerçekleştirilen evlenme olayı,
özellikle tören, töre, adet, gelenek ve görenek bakımından zengin bir tablo çizmektedir
(Örnek 2000, 185).
Türk kültürü de dünyada evlilik konusunda en zengin adet, töre, tören ve
inanışın bulunduğu kültürlerden birisidir. Milletin çoğalmasını, gelecekte var olmasını,
güçlü olmasını sağlayacak olanlar çocuklardır, çocukları yetiştirense ailedir. Bunun
daha ilk çağlarda farkına varan Türk milleti aileyi kutsal bir kurum olarak kabul etmiş
ve aileler ne kadar sağlam olursa toplum da o kadar sağlam olur diye düşünmüştür. Bu
düşünceyle daha ilk eş seçiminden düğünün sonuna kadar yapılan her işlem dikkatle
süzgeçten geçirilmiştir. Eşler birbirine uygun mu, kadın çocuğa bakabilecek, evin
işlerini yürütebilecek olgunlukta mı; erkek ailesini geçindirip eşine kocalık, çocuklarına
babalık yapabilecek durumda mı, bunlar sık dokunup ince elendikten sonra eşlerin
evlenmesine izin verilmiştir. Aileye bu kadar çok önem ve değer veren Türkler evlilik
kurumunu zedeleyecek, bozacak her türlü hareketi de en ağır şekilde
cezalandırmışlardır. “Hiyong-nular (Hunlar) evli bir kadını kirleten kimseyi ölüme
mahkûm ederler, genç bir kızı iğfal edeni ise büyük bir fidye vermeye ve hemen o kızla
evlenmeye zorlarlardı.” (Şeşen 1975, 12). Oğuzlar ise “ Zina diye bir şey bilmezler.
Böyle bir suçu işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler. Şöyle ki: Bu
kimseyi iki ağacın dallarını yere yaklaştırarak bağlarlar. Sonra, bu dalları bırakırlar.
Dalların eski durumuna gelmesi neticesi, o kimse iki parçaya bölünür.” (Şeşen 1975,
31). Kutluklarda ise “Kadınları ömürleri boyunca sadece bir erkekle evlenir. Kocası
ölen kadın bir daha evlenemez. Kutluklar idarecileri ve kendine has kanunları olan bir
boydur. İçlerinde zina eden kadın veya erkeği yakarlar. Onlar arasında boşanma yoktur.
Evlenen bir erkek bütün malını mihr (başlık) olarak verdiği gibi kızın velisine bir sene
hizmet eder.” (Şeşen 1975, 91). Günümüzde hala Anadolu’da Aleviler arasında
boşanmanın yasak olduğunu, boşananların toplumdan dışlandığını, zina edenlerin
42
düşkün olarak ilan edildiğini ve kimsenin selam bile vermediğini düşünürsek bu
kuralların çok köklü ve eski kurallar olduğunu görebiliriz. Buradan ayrıca Türk
toplumunun geçmişten günümüze aileye çok değer verdiği ve bu kutsal kurumu
kirletenleri hiçbir zaman affetmediği sonucunu da çıkarabiliriz.
Türkler, diğer toplumların aksine ilk çağlardan itibaren kadına çok büyük önem
vermiş kadının ailede erkek kadar önemli olduğunu düşünmüştür. Türk milletine göre
kadın eşi olmadığı zaman eşi varmış gibi misafiri ağırlayıp yolcu edebilecek güç ve
beceriye sahip olmalıdır. Ailede kadının önemi ve hangi kadınla evlenilip hangisiyle
evlenilmemesi gerektiği konusunda bize en güzel bilgiyi Dede Korkut vermektedir.
Dede Korkut’un günümüz gençleri içinde geçerli olan tespitleri şöyledir.
“Karılar dört dürlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi tolduran topdur. Birisi ivün
tayağıdur. Birisi niçe söyler-isen bayağıdur. Ozan ivün tayağı oldur ki yazıdan
yabandan ive bir konuk gelse, er adam ivde olmasa, ol anı yidirür içirür ağırlar azizler
gönderür. Ol Ayişe Fatıma soyıdur hanum. Anun bebekleri yetsün. Ocağına bunçılayın
avrat gelsün. Geldük ol-kim solduran sopdur: Sabadança yirinden örü turur, elin yüzin
yumadın tokuz bazlamaç ilen bir külek yoğurd gözler, toyınça tıka basa yir, elin bögrine
urur aydur: Bu ivi harab olası ere varmadan berü dahı karnum toymadı, yüzüm gülmedi,
ayağım paşmak yüzüm yaşmak görmedi dir, ah nolayidi, bu öleyidi, birine dahı
varayidüm, umarımdan yahşı uyar olayidi dir. Anun kibinün hanum bebekleri yetmesün.
Ocağuna bunçılayın avrat gelmesün. Geldük ol kim tolduran topdur: Depidince yirinden
öri turdı, elin yüzin yumadın obanın ol uçından bu uçuna bu uçından ol uçına
çarpışdurdı, kov kovladı din dinledi, öyledençe gezdi; öyleden sonra ivine geldi, gördi
kim oğrı köpek yike tana ivini bir birine katmış tavuk kümesine sığır tamına dönmiş;
konşularına çağırur ki kız Çan Kız, Ayna Melek, Kutlu Melek … ölmege yitmege
gitmemiş idüm, yataçak yirüm gine bu harab olasıyidi, nolayidi, benüm ivüme bir lahza
bakayidünüz, konşı hakkı Tanrı hakkı diyü söyler. Bunun kibinün bebekleri yetmesün.
Ocağına bunun kibi avrat gelmesün. Geldük ol kim niçe söylerisen bayağıdur: Öte
yazıdan yabandan bir odlu konuk gelse, er adam ivde olsa, ana dese ki: Tur etmek getür
yiyelüm, bu da yisün dise, pişmiş etmeğün bakası olmaz yimek gerekdür; avrat aydur:
Neyleyeyim, bu yıkılaçak ivde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi dir; ne
gelir ise sağrıma gelsün diyü elin götine urur, yönin anaru sağrısın erine döndürür; bin
söyler isen birisini koymaz, erün sözini kulağına koymaz. Ol Nuh Peygamberün eşeği
43
aslıdur. Andan dahı sizi hanum Allah saklasun, ocağunuza bunçılayın avrat gelmesün.”
(Ergin 1997, 76-77).
Görüldüğü gibi Dede Korkut evlenilmesi gereken kadını en ince ayrıntısına
kadar anlatmaktadır. Dikkat edilirse övülen ve evlenilmesi istenen kadın, eve kapanmış,
kendi halinde bir kadın değil güçlü, kuvvetli, yeri geldiğinde eşinin yokluğunu
hissettirmeyecek bir kadındır.
Eski Türklerde düğün adetlerini özetleyecek olursak üç aşamada anlatabiliriz. İlk
önce Güvey dostlarıyla beraber, istikbaldeki kayınbabasının evine gider. “Hay hay
üleng” suretinde olup bugün manası bilinmeyen milli bir nakaratı terennüm ederler.
Genç kızın babası şunları kapıda karşılar. Mihmandarlık ekmeğini takdim ettikten
sonra, onları rasimelerle eve alır. Burada baba, delikanlının boynuna bir yazma
sardıktan sonra kızını teşrifatla onun elleri arasına verir. Grenard, bu yazmayı babalık
velayetinin güveye geçtiğine bir timsal gibi görüyor. Pederşahi ailede aile reisinin
sultası varsa, pederi ailede de velayeti vardır. Bu ameliyeden sonra büyük bir fincan
dolusu tuzlu su getirilir. Genç kız ile delikanlının ana ve babaları bu suyun içinde bir
parça ekmeği ıslatarak nişanlılara takdim ederler. Bundan sonra artık kız eski yurdunu
terk edebilir.
İkinci aşamada “Genç kız kocasının evine götürülür. Alay mümkün olduğu
kadar ihtişamlıdır. Musiki terennüm ettiği halde, atlı olarak giderler. Gelinle ailesinden
olan kadınlar, bu ayrılmayı gönül hoşluğuyla kabul etmiş görünmezler. Ağlayıp
sızlarlar. Delikanlının arkadaşları kıza moral verirler. Kızın annesi de “Kara gözlü, tatlı
sözlü yavrusundan ayrılarak evde yapayalnız kaldığını” söyleyerek ağlar. Kazaklarda bu
iş zorla kız kaçırma müsameresi şeklinde olur. Kız tarafı damadın boynundaki yazmayı
almaya çalışır, damat bu yazmayı aldırmamak için onlara para verir. Alay güveyin
kapısına gelince durur. Evin eşiği tabu olduğundan genç kız bu eşiğe basıp geçemez.
Güveyin akrabaları onu bir halı üzerinde olduğu halde, ayağı eşiğe dokunmadan içeri
alırlar ve içeride yanmakta olan bir ateşin yanına götürürler. Bu suretle genç kızın
perisi, delikanlının perisine takdim edilmiş olur.” (Gökalp 1976, 311-312).
Son aşamada “Şimdiye kadar birbirini görmemiş bu iki peri birdenbire
sevişmezler. Bu perilerin eski akrabalarından ayrılarak birbirine ısınması için üç gün
zarfında, gelin ile güveyin kaynana ve kayınbabalarıyla karşı karşıya gelmeleri yasaktır.
Sartlarla Kırgızlarda genç kız, bu üç gün zarfında çadırın bir köşesinde bir perde
arkasında durur. Üç gün üç gece akrabasına, kocasına, herkese karşı saklı kalır, yalnız
44
talini aramakla meşgul olan samimi muhibbeleriyle görüşebilir. Bu müddet geçtikten
sonra, ihtişamla perdenin arkasından çıkarılır. Artık onu, gerek kocası gerek kaynana ve
kayınbabası görebilir. Bu üç günlük görüşmemek âdeti utanmadan değildir. İzdivacın
kalıcı olabilmesi için bu iki perinin birbirine alışması, sevişmesi gerekir. Bunun için de
gelin ve güveyle beraber anne ve babaların da ortadan çekilmesi lazım.” (Gökalp 1979,
312-313). Böylece eski Türk düğünü bitmiş oluyor.
Anadolu’da değişik evlenme âdetleri görülmektedir. Kız kaçırma âdeti, bunların
yaygın olanıdır. Kız, erkekle anlaşarak belirlenen bir yer ve saatte kaçabileceği gibi
bazen de erkekler, kaçmaya gönüllü olmayan kızları da kaçırabilmektedir. Hakkâri’de
dezmal kaçırması denilen bir âdete göre erkek, kızın başörtüsünü kaçırırsa gerçekten
kızı kaçırmış sayılır ve kızın ailesi, erkeğin ailesiyle anlaşmak zorunda kalır (Örnek
2000, 186).
Çumra’da, düğünlerde eğlenirken erkeğin annesi, oğluna almak istediği kızın
başına çalık atar. Çalık atma işleminden sonra kız resmen nişanlı sayılır. Kız, çalık atan
kadının oğluna varmak isterse oyuna kalkar, istemezse kalkmaz (Varol 1954, 1020).
Anadolu’nun bazı bölgelerinde görülen ve berdel adı verilen evlenme türü şu
şekildedir: Evlilik çağında kızı olan ve oğlunu evlendirmek isteyen aile, aynı
koşullardaki başka bir ailenin kızını oğluna almak isterler. Başlık alıp vermemek
koşuluyla kendi kızlarını da oğullarına vermeyi teklif ederler. Aileler aynı kültür üyesi
olduklarından, genelde, bu teklifi kabul ederler (Akça 2009, 55). “Hakkâri’de bu tür
evliliğe kepir” (Balaban 1975, 307), “Polatlı’da ise değişik” (Erk 1976, 310) adı
verilmektedir.
Derinkuyu’da ve Nevşehir genelinde tespit edilen evlenme çeşitleri kısaca
şunlardır.
Kız kaçırma yoluyla evlilik yörede çok yaygındır. Kız kaçırma kabul görmüş
toplumsal kurallara aykırı davranış olarak algılanmasına rağmen kız kaçırmanın normal
karşılandığı yerleşim birimleri epey fazladır. Özellikle Derinkuyu ve Acıgöl ilçelerinde
kız kaçırma oranı yüzde altmışları bulmaktadır (Sevindik 2005, 12).
Yörede rastlanılan evlilik türlerinden birisi olan Değiş-tokuş evlilik “Kız ve
erkek çocuğu olan iki ailenin, çocuklarını karşılıklı olarak evlendirmeleridir. Bu evlilik
biçimi bölgede nadir de olsa görülmektedir.” (Sevindik 2005, 13).
Beşik kertme, Birbirini yakından tanıyan ve aralarındaki sevgi bağı güçlü olan
iki ailenin yeni doğan çocuklarını yetişkin olduklarında evlendirme adına söz
45
vermeleridir. Bu türden geleneğe aşiret yapısını devam ettiren köylerde, unutulmaya yüz
tutmuş bir uygulama olarak rastlanılmaktadır.
İç güveyi, “Nadir uygulanan evlilik biçimlerinden birisi olmasına rağmen her
köyde birkaç örneğine rastlanmaktadır. Erkek çocukları olmayan ailelerin, maddi açıdan
daha yoksul ailelerin erkek çocuklarını kızlarıyla evlendirmek amacıyla yanlarına
almaları biçiminde uygulanan bu gelenek, zorunluluk karşısında uygulanmaktadır.
Çünkü iç güveysi olan erkek toplum tarafından küçümsenip aşağılanmaktadır.”
(Sevindik 2005, 13).
Baldız ve kayın biraderle evlilik de yörede nadiren görülen evlilik türlerindendir.
Kadın veya erkek eşin ölmesi durumunda, ölen eşin kardeşiyle evlenme şeklinde bu
adet yapılır.
Çok eşli evlilik yörede tek eşli evlilik hâkim olsa da nadiren de olsa
görülmektedir. Bölgede yapılan tespitlere bakıldığında bunun ilk sebebi ilk eşten çocuk
sahibi olamamadır. Diğer sebepler ise cinsel tatminsizlik ve itibar artırma isteğidir.
Yörede genel kabul gören evlilik isteyerek kızı alma şeklindedir. Bu evlilikte yöre
halkına göre “Kızlar için ortalama uygun yaş 16-18 arası erkekler içinse 20 yaş civarı
veya askerlik dönüşüdür. Bugün gençlerin çoğunun okuması evlilik yaşını yükseltmeye
başlamıştır.” (Sevindik 2005, 13).

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Başa dön tuşu